20130525

Aşk Sizin Olsun

İnsan eti ağır olur derler ya hani.. Bana kendi etim ağır geliyor. Adım atarken, nefes alırken, düşünürken…Vücudumdaki tüm iç organlar birbirine küsler. Ruhum bedenimden ayrı takılıyor şu sıralar. Hissizim. Ayağa kalktığım anda başım dönüyor, gözlerim kararıyor. Dizlerimin beni taşıyamayacak kadar güçsüz olduklarını fark ediyorum bazen. Yüz üstü yere kapaklanacakmışım gibi oluyor. Rengim de gözle görülür bir değişim var. Göz altlarım çukurlaşmış. Avurdum çökmüş, omzum çökmüş.. Gözlerimin parlamadığını görüyorum en acısı.

Benimle dalga geçiyor sanki gölgem. Gece kalktım, aynada kendime baktım. Odama dışarıdan hafif bir ışık sızıyordu, onun sayesinde gördüm. Korktum. Korkunçtum. Hemen geri döndüm yatağıma ve çektim baddaniyeyi kafama. Uyuyamadım ama. Kalktım, müzik çaları açtım. Yani denedim, ama açılmadı. Bir hırka geçirdim omzuma balkona çıkmaya yeltendim ama gürültü çıkarmak istemedim. Huzurla uyuyanlar vardı evde. Dalıp gitmiş olanlar vardı.. Yaşayarak öğrenilebilecek bir şey mi acaba bu yalnızlık? Bir süre sonra alışabiliyor mu acaba insan kendi kendine konuşmaya? Ya da ne bileyim..

Nefes almakta güçlük çekiyorum bazen. Ciddi manada çekiyorum. Tüm havayı ciğerlerime doldurmayı planlamış gibi soluk alıyorum ama tek nefeslik oksijen gitmiyor ciğerlerime, bundan eminim. Son bir çabayla, tekrar deniyorum ve kesik bir nefes almayı başarabiliyorum..Yetmiyor o başka! Yıllardır duyduğum ve her duyduğumda beni büyüleyen bir müzik sesi duyuyorum. Ardından çok sevdiğim bir erkek sesi.. Hayatta bu derece etkili olabilecek çok az şey vardır üzerimde. Düşünüyorum da, bu sabrederek bekleyerek atlatılacak buhranlı bir dönem değil. Hayatım bu benim! Ne kadar çok köprü ya da yol sahibi olduğum hiç önemli değil, benim şehrimde tüm yolların sonu aynı yere çıkıyor. Her köprü aynı nehrin üstünde. Kaç sorum olduğu hiç mühim değil, neticede hiçbirine verilebilecek bir cevap yok! Umursamıyorum belki ama bir yere kadar! Dedim ya bu benim hayatım. Ama etkisi en az olan benim. En önemsiz ayrıntı.. Hem önemsiz, hem ayrıntı.. Karanlık.Somurtkan.İnsafsız.İnsansız.Hissiz.Anlamsız.Aşksız.Tatsız.Tuzsuz.

20130522

Anneanne Evi...


... hiç oyuncak olmayan evdir; kokusuyla, görüntüsüyle çocukluğumun bana hatırasıdır.


Dedeme, anneanneme gönderilmiş kartpostallar; dedemin zamanından kalma çiviler, vidalar; ayakkabı tamiri için değişik boyutlarda örsler; braun marka elektrikli traş makinesi, 7 mart 1964 günü alınmış philips marka transistörlü radyo; o radyonun 64'ten 81'e kadar ödenmiş radyo vergi makbuzları, anneannemin çeyiz fincanları, neredeyse 60 senelik halılar, kilimler, heybeler; aynaların kenarlarına iliştirilmiş torun fotoğrafları, daha neler neler..


Size, küçükken bıraktıkları gibi davranılır bu evde. torunun sevdiği börekler unutulmaz, gelmeye yakın taze taze hazırlanır anneannenin hünerli ellerinden, çaya banmalık bisküviler hazır tutulur. Baskı altında hissetmezsiniz kendinizi bu evde. Her an gözetim altında olmazsınız, yaptıklarınızdan dolayı bir köşeye çekilip sorgulanmazsınız. İstediğiniz kadar haylazlık, naz vb. yapabilirsiniz, en kötü terlik yersiniz yani.

Penceresinden rahmetli dedemin mezarını gördüğüm evdir. Anneannemin çok güzel genç kızlık hallerini defalarca dinlediğim, dedemle birlikte ilk İzmir'e kaçtıklarından dedemin vefatına kadar her gidişimde başka hikayeleri dinlediğim yerdir. Annemin, teyzemin temizliğe her yardıma gidişlerinde ''Aman anneee, şu ıvır zıvırları ne atıyorsun ne de attırıyorsun, kalabalık yapıyorlar boş yere.'' diye hayıflansalarda o eşyaların hep itina ile saklandıkları yerdir. Torunlarının gelecekte doğacak çocukları için özene bezene ördüğü üçer beşer tane hırkaları, yelekleri, şapkaları, atkıları, her biri birbirinden güzel patikleri o evin sandığında çoktan mevcuttur. Kısacası huzur kelimesinin bendeki karşılığıdır anneannemin evi, bunu iliklerime kadar hissederim. Hiçbir yerde o evde olduğum kadar huzurlu olamıyorum. Her gidişimde acaba bu defa son mu diye ayrılıyorum oradan. Tekrar tekrar dönüp sarılıyorum anneanneme ayrılırken, bu son olmasın diye yalvarıyorum yaradana.


20130518

Şimdi Kuşa Benzedin!

Ömer Seyfettin'in ilk cinayetinde kuşu elinde sıkarak öldürmüş çocuğun ilerleyen yaşlarda bile bunu nasıl acıyla hatırladığı anlatılır. ben okuduğumda çok küçük olmamama rağmen dehşete düşmüştüm; ancak bu fıkra adıyla ifade bulmuş şeyi okurkenkinden ve tasvirini gördüğümden daha çok irkilmemişimdir herhalde. 

Böyle bir şey, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmeyen bir çocuk için ancak özendirici bir şuursuzluk olabilir. ilk cinayet gibi bir eser, çocuğu dehşete düşürebileceği kadar (küçük yaşta okutulmasının ne kadar doğru olduğu tartışılır), bir bilinç kazandırma açısından faydalı kabul edilmelidir, zira öykü içinde adamın pişmanlığı, yaptığı insafsızlıktan çektiği acı, bunu unutamayışı anlatılmışken; buna ne denilebilir? hele resmin büyük marifet becermiş, sen geç sıradakini keseyim der gibi mağrur ifadeli Nasrettin Hoca tasviri, o kesilmiş gaga ve bacaklar... Sözde çocuk gelişimine önem veren zihniyetlerin, çocukları hayvanları kesip biçmeye özendirmesi ne harika! 


Üstelik MEB onaylı!

20130517

Gerard Stricher.

 Bir Fransız sanatçısı olan  Gerard Stricher tarafından yapılan soyut resimler.. Onlara doğa ve fantastik karışımı bir hava vermiş. Bu özel diziyi sevdiğimi itiraf etmeliyim. 



65 yaşındaki bu ressamın çalışmalarını insanlar da dahil olmak üzere birden fazla tema, çoğunlukla canlı renkli, büyük ölçekli tablolar oluşturmakta.

Stricher, son yıllarda daha çok ABD'de bilinen bir ressam haline gelmiştir. New York'taki Canfin Galerisi tarafından temsil edilerek, çalışmaları bu ay Paris'te sergilenecek.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...