İki buçuk yıl sonra bir hastane koridorunda karşılaşacağımız aklıma gelmemişti açıkçası. Belirli miktarda karşılaşma ihtimallerimiz üzerine senaryolar yazıyordum, inkar etmiyorum. Yine de böyle bir sahneyi hiç düşünmemiştim. Onu daha çok, yanında biriyle göreceğimi düşünürdüm. Mutlu olduğu, sevdiği biriyle, gülerken. Güzel bir yerde, bir şeyler içerken belki. Beni görünce suratındaki gülümsemeyi yavaş yavaş kaybedeceğini hayal ettim. Hep hazırlıklı olanın ben olacağıma inandım. Önce ben onu görecektim, kendimi hazırlayacaktım, yavaşça yanına yaklaşacaktım. Sonra o beni görecekti ve hazırlıksız yakalanacaktı. Mimiklerinden hesap soracaktım, suratını inceleyecektim. Konuşmayı düşünmedim hatta hiç. Sadece uzun uzun bakacaktım.
Öyle olmadı.
Omzumda bir el hissettiğim gibi sağ tarafıma döndüm. Önce gözleriyle karşılaştık. Hissettiğim şeyi cereyanda kalan bir kapının sertçe kapanmasına benzetebilirim. Bitik bir halde çıktığım odadan, nefes almak için oturduğum yerde, sabit ama zoraki atan nabzımla, birden bire elektroşok verilmişe döndüm. Ben yutkunacak tükürük bulamazken, o diğer elindeki kahveyi uzatıp, sana kahve aldım, dedi. Elimi istemsizce uzatıp kahveyi aldım ama gözlerim hala ondaydı. Beni çok önce görmüş olmalıydı. Yoksa kahve alacak vakti nasıl bulacaktı. Hazırlıklıydı. Yavaşça yanıma oturup dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı.
“Aynı ezgileri tekrarlayarak,
Burada bu ikindi sazlıklarında
Ne garip Federico adında olmak.”
Fısıltıyla söylediği bu üç dizeyi karnımdaki titreşimle, ağzından çıkan kelimelerin rüzgarını boynumdaki gıdıklanmayla derinden hissetmiştim. Sanki çok sevdiğim bir şarkıyı uzun zamandır dinlememişim ve melodisini duyduğumda özlediğimi fark etmişim gibi. Şimdi düşününce, keşke bir şeyler söyleyebilecek kadar kendimde olsaydım. Güçlü olsaydım. Bütün bir sahneyi onun oynamasına izin verdim. Kendimi suçlu hissediyorum. Ben tüm bunları ağır çekimde yaşarken, sen içeriden bana seslendin.
Beni bir kere daha kendimden kurtardın.
İsmimi duyunca her şeyi zaman akışına oturtup silkelenmiş oldum. Neden orada olduğumu hatırladım. İçeri, yanına gelmek için kalktığımda da omzuma dokunduğu eliyle, kolumu tutup sanki geç kaldığı vedayı edercesine, özür dilerim, dedi. Karşılaşma senaryolarımızda kendime verdiğim rolün tek bir kısmını gerçekleştirebildim sanırım. Konuşmadım, sadece uzun uzun baktım. Üç hafta önce, seni hastaneden çıkartıp eve getirirken, bana iyi olup olmadığımı sorduğunda aynı sana yaptığım gibi. Sanki hasta olan benmişim gibi. Sanki bunu sorması gereken senmişsin gibi. Uzun sessiz bir bakışmadan sonra derin bir nefes alıp, soruna cevabı kendin vermiştin bir bakıma.
Sonbaharı ve toprak kokusunu özledim.